İNSANIN YARATILIŞI
Kasım 13, 2022
Vesilecilik ve Müterafıkçılık
Mayıs 30, 2023
Hepsini Göster

Lila

Bu ayette min ledünna (katımızdan, yanımızdan, nezdimizden) ifadesi ile ne kastediliyor olabilir? Allah’ın eğlence edinmesi burada bir ihtimal olarak mı zikredilmiş yoksa bir imkânsızlık olarak mı?

(Bazı tefsirlerde bu ayette geçen lehv kelimesinin “kadın ve çocuk” manalarına geldiği, ayette de Allah’a kadın ve çocuk isnat eden bazı ehl-i kitabın tekzip edildiği söylenmiş. Ebu’s-suud Efendi bu görüşün isabetten uzak olduğunu belirtmiş. Doğrusunu Allah bilir, belki bu ayette böyle bir anlam katmanı da vardır. Ama bu yazıda lehv kelimesinin Türkçedeki “oyun”u (laib) da kapsayan “eğlence” anlamına geldiğini kabul ederek devam edeceğim.)

İlk bakışta, ayette Allah’ın eğlence edinmesinin mümkün olduğu belirtiliyor gibi gözüküyor. Bu ihtimal imkânsız değil ama tercih edilmemiş gibi anlatılmış. Yani -tabiri caizse- Allah katından bir eğlence edinebilirdi, ama edinmedi.

Bunun aksine bu ayette asıl anlatılanın Allah’ın eğlence edinmesinin imkansızlığı olduğunu belirtenler ise -görebildiğim kadarıyla- çoğunlukta.

Bu konuda Elmalılı’nın tefsirinde kullandığı ifadeler ilginç:

Eğer bir eğlence ittihaz etmiş olsa idik onu kendi ledünnümüzden ittihaz ederdik, yapacak olsa idik öyle yapardık

(…….) eğer biz bir eğlence ittihaz etmek murad etseydik (…….) elbette onu ledünnümüzden ittihaz ederdik – ya’ni sırf ilâhî bir lehiv ittihaz ederdik. Ve o halde o bir lehiv değil aynı hıkmet olurdu. Demek ki, Allahü teâlânın lehiv ittihaz etmesi kabili tesavvur değildir. – Yahud âlemi onlar tarafından eğlenmek üzere bir eğlence değil, kendi tarafımızdan kendimiz için bir eğlence yapardık (…….) eğer yapacak olsa idik – öyle değil böyle yapardık amma yapmayız. Şanı ulûhiyyete bilfarz lehiv yakışsa idi böyle yakışırdı, fakat, hakîmi mutlakın kemaline lehiv asla yakışmaz. Tâli batıl binaenaleyh mukaddem de öyle.

Burada Elmalılı Allah’ın eğlence edinmesinin imkânsızlığından bahsediyor ancak kullandığı ifadelerde, faraza Allah katından bir eğlence edinseydi bu eğlence değil hikmetin ta kendisi olurdu, diyerek sanki ilahî bir lehvin mümkün olduğunu ama bunun artık bizim anladığımız eğlenceden farklı olarak hikmetin ta kendisi olacağını belirtmiş.

Allah elbette bildiğimiz manada bir eğlence edinmekten uzaktır. Ama nasıl ayet ve hadislerde Allah için “sevmek”, “öfkelenmek”, “sevinmek” gibi teşbih ifadeleri kullanılmış ve bunların insanların sevmesi, öfkelenmesi ya da sevinmesi gibi olmadığı açık ise, acaba her türlü hayalimizin ve tasavvurumuzun ötesinde, bir “ilahi eğlence”den söz etmek mümkün mü?

Elbette, o Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun vücub-u vücuduna ve kudsiyetine lâyık bir tarzda ve istiğnâ-yı zâtîsine ve gınâ-yı mutlakına muvafık bir surette ve kemâl-i mutlakına ve tenezzüh-ü zâtîsine münasip bir şekilde, hadsiz bir şefkat-i mukaddese ve nihayetsiz bir muhabbet-i münezzehesi vardır.

Elbette o şefkat-i mukaddeseden ve o muhabbet-i münezzeheden gelen hadsiz bir şevk-i mukaddes vardır.

Ve o şevk-i mukaddesten gelen hadsiz bir sürur-u mukaddes vardır.

Ve o sürur-u mukaddesten gelen, tabiri caizse, hadsiz bir lezzet-i mukaddese vardır.

Ve elbette o lezzet-i mukaddese ile beraber, hadsiz Onun merhameti cihetiyle, faaliyet-i kudreti içinde, mahlûkatının istidatları kuvveden fiile çıkmasından ve tekemmül etmesinden neş’et eden, o mahlûkatın memnuniyetlerinden ve kemâllerinden gelen, Zât-ı Rahmân ve Rahîme ait, tabiri caizse, hadsiz memnuniyet-i mukaddese ve hadsiz iftihar-ı mukaddes vardır ki, hadsiz bir surette, hadsiz bir faaliyeti iktiza ediyor.

(…)

(…) Bu temsiller şuûnât-ı rububiyetin hakikatini tutamaz, ihata edemez, mikyas olamaz; fakat baktırabilir. O gelecek temsilâtta ve geçen remizlerde, Zât-ı Akdesin şuûnâtına münasip olmayan tabirat, temsilin kusuruna aittir. Meselâ, lezzet ve sürur ve memnuniyetin bizce malûm mânâları, şuûnât-ı mukaddeseyi ifade edemiyor; fakat birer ünvan-ı mülâhazadır, birer mirsad-ı tefekkürdür.

(24. Mektup)

Bir ünvan-ı mülahaza, bir mirsad-ı tefekkür olarak ilahî bir eğlenceden söz etmenin gereği var mı ve böyle bir söz edilebilir mi?

Hinduizm’deki lila‘ya baktığımızda kavramın, Brahman’ı bir şeylere mecbur olmak durumundan tenzih etmeye yaradığı anlaşılıyor. Brahman, alemleri yaratmak dâhil, hiçbir şeye mecbur olmadığından, alemleri yaratmış olduğu da ortada olduğundan, bu yaratma bir mecburiyet değilse keyfî bir faaliyettir, ilahî bir oyundur, sonucuna varılıyor (anladığım kadarıyla).

Allah alemleri yaratmamayı da seçebilirdi ama yarattı. (Anlayabildiğim kadarıyla, gerçekliğin beş mertebesi öğretisinde Zat-ı Mutlak’ın çeşitli ontolojik açılımlar geçirmesi, zuhur etmesi bir zorunluluk gibi anlatılıyor. Bu görüşteki mantığı ve tutarlılığı biraz sezebilsem de Zat-ı Uluhiyet’i bir şeylere mecbur olarak tanımlamayı kabul edemiyorum. O sebeple yaratma-yaratmama meselesini tamamen Allah’ın iradesiyle seçtiği bir şey olarak kabul ettim.) Allah bu alemi mecbur olmadığı, herhangi bir ihtiyacı olmadığı hâlde yarattıysa, bunu insan aklımızla kavrayabilmemiz için bir mukaddes lehvden söz edebilir miyiz?

Enbiya suresinin 17. ayetinin öncesi ve sonrası:

16. Biz yeri, göğü ve arasındakileri oyun [laib] olsun diye yaratmadık.

17. Eğer bir eğlence [lehv] edinmek isteseydik, onu kendi katımızdan edinirdik. Yapacak olsaydık böyle yapardık.

18. Hayır, biz hakkı batılın üzerine atarız da beynini parçalar. Bir de bakarsın yok olup gitmiş. Allah’a karşı yakıştırdığınız nitelemelerden ötürü yazıklar olsun size!

(Diyanet İşleri Meali, köşeli parantezlerle laib ve lehv’i ekledim)

Bu kadar yazdıktan ve lafı dolandırdıktan sonra bu ayetlere tekrar bakınca, saydığım kayıtlarla bile olsa, ilahî bir eğlenceden söz etmeye cesaret edemiyorum. Yine de bu konu üzerine düşünenlere bir yararı olabilir diye bu düşünceleri paylaşmak istedim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir