Derin Zaman Deneyi
Mart 2, 2024
Kötülük Problemi – 1
Nisan 15, 2024

Okuma ve araştırmalar yaptıkça rehberin önemini o kadar çok iyi anlıyorum ki gözyaşlarıma hakim olamıyorum. Çünkü O (c.c), bildiğimiz fiziki alemde olsun başka alemlerde olsun en güzel öğretmenlerle veya öğretileri ile tanışmayı nasip etmiş ve devam ettiriyor. Eminim ki çok daha güzel öğretmenlerle de tanıştırcaktır.. “Ben kimim?” konusuna geçmeden önce yukarıdaki yazdıklarımla bağlantılı olarak sonda söylemek istediğimi başta söylemek isterim.

Kişi kim olduğunu bilmek isterse kimleri sevdiğine baksın. Hz.Mevlana

Bu konu üzerine kitaplar, ansiklopediler yazılmış ve bu başlık filozoflar çıkartmıştır. “Ben kimim?” ki onların üzerine bir şeyler söyliyeyim. Ama “Ben kimim ?” ki bu yola can vermeyeyim.

Ben de acizane vaktinizi çalarak bir tepside sizlere bu öğretilerden altını çizdiklerimle ve not ettiklerimle birlikte üzerine duygu tuzu ve tecrübe soslarımla bir “çorba” yapacağım. İçebilene “aşk” olsun.

Yıllarca konuşulan ve konuşulacak olan bu konuyu araştırınca farkediyorum ki Ben’i bulmak bu Kaf dağına varmaya çalışmak gibidir.

Bir ömür bitmek bilmeyen bir yolculuk. Ama ne güzel bir yolculuk. Çünkü aslında sana çok yakin. Ama bir o kadar da imkansız gibi gelen bir yolculuk. Can verilesi bir yolculuk.

Bu yazılarda bunu bulmaya çalışan “Ben’i” okuyacaksınız. Konu “Ben” olacağı için ve kurtulma hayalleri olan ben olacağım için çok fazla sizi 1.tekil şahısla meşgul edeceğim. Serinin başında ki “Ben” ile sonunda ki ben bile farklı olacak. Ne zaman yüzeysel bilgilerimle derinleşmeye çalışsam hiç bir zaman O (c.c.) “Ben”i yalnız bırakmadı. Belki bu seride Ben’ler birbirine girecek belki de.”Ne çok benlikler” var diyeceğim. Belki de “Aslında tek ben varmış!” diyeceğim. Öğrenme tarzım bazen ürkek bir tavşan gibi izleyerek bazen ise parmağını ateşe sokup “hee ateş sıcakmış” tarzında olduğu için yolda göreceğim. Benlik balığı tarafından yutulduğumda hakikati hatırlatan öğretmenlerimin rehberliği var. Bu kadar ego dolu cümlelerden sonra şu duayı edebilirim. Rabbim beni yanlışlarımla veya doğru bildiklerimle bu yoldan ayırmasın. O (c.c.) çırpınmalarımı görsün ve beni “Ben”den alsın. Kapımı çırmalamaktan vazgeçmeyen kedilerime “Ben”  kapıyı onlara açmadan duramıyorsam, O (c.c) yerde ona gitmek için çırpınan bu cahil kulunu kanatlandırmaz mı? Ben’leri Ona (c.c.) döndürme gayreti ile bismillah.  

Bu seride batıdaki ve doğudaki benlik tanımlarını araştırcağız. Yani bu seride yardım alacağım bazı kaynaklar şunlar olacaktır. Kuran-ı Kerim, Imam Gazali, Yunus Emre, Risale-i Nur, Hz.Mevlana, Doğu Felsefesi (Budizm, Taoizm, Hinduizm, Advaita Vedanta) Gurdjieffi, Kant, Descartes, Freud, Martin Lings, Schuon, Sutuboğda, Yeşil Güneş, Ferîdüddin Attâr…ve daha bilmediğim kaynaklar ve öğretmenler..Görüldüğü üzere derinlere inip yükselişe geçmek için bir hayli kaynak bu konuyla ilgili cevaplar vermiş ve yoğunlaşmış.

Öncelikle “Ben kimim?” sorusunda Ben, Ego mudur? Nefs midir? Ruh mudur, Beden midir? Öz müdür? ‘ü görmek için şu grafiği çizmek isterim.

Ben eğer bir insansam (ki diğer notlarımda ademoğlu ve insanoğlu gibi başka kategoriler görüyorum ve şimdilik es geçmem gerekiyor ve ne olduğumu tam bilmediğim için evvel’e / tohum’a yapılan bu yolculuk için ağaç formunu çizerek tasvir etmek istedim.) bu ağaçla sembolize edilmiş insan grafiğine göre biyolojik bir beden içinde nefsi olan ruhsal bir varlık olduğum aşikardır. 

Yani kendimi bulma yolculuğumda bu grafik bir nebze kafa karışıklıklarıma iyi geliyor. Ama iyi anlamak için yeni bir görselle aklıma kazımak için su çizimi hatırlıyorum.

George Gurdjieffin ruh-beden-duyguyu anlattığı bu metaforu ilk grafikteki kavramların hiyerarşisini ve uyumunu anlatmaktadır. Arabanın içinde Görünmeyen Efendi sürücüye bir komut verir, sürücü efendiyi duyar ve dinler, sürücü efendisinden aldığı komutla daha önce terbiye ettiği ve dizginlediği atları yönlendirir. Atlarda sürücüden aldığı yönlendirmelerle harekete geçer ve bu durumda araba hareket eder. Doğru uyum bu şekilde yakalanmış olur. (Burada önceki yazarlarımızın bahsettiği gibi nefisten iki varlık ( insan ve ejderha ) yaratıldığı için ejderha çizimide kullanılabilirdi.)

Ama atlar sürücüyü dinlemezse, sürücü efendiyi duymazsa veya at ile araba arasında doğru bağlantı kurulmadıysa araba ilerlemez ve kriz anı hasıl olur. Aslında bu metefor ruh-beden-nefs üçlüsünü kavramamız için çok yardımcı olmaktadır. Bu meteforda, sürücünün bir handa sarhoş olduğu, at ve arabanın dışarda beklediği versiyonunuda buradan okuyabilirsiniz.

Eng:https://consciousharmony.org/glossary/parable-of-the-horse-carriage-and-driver/

Tr: http://www.dorduncuyolyorumlar.com/2021/07/15/at-araba-surucu-meseli/

Bu metefor bana üzerinde düşündüğüm bir hadisi hatırlattı.(İlk grafiği ağaç şeklinde çizmemin sebeplerinden biride bu hadistir.)

Benim dünya ile ilgim ne kadar ki? “Ben” bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden binitli bir yolcu gibiyim” buyurdular. (Hadis-i Şerif / Tirmizî, Zühd 44 )

Buradaki binekli (binitli ) yolcu bana yukarıdaki metaforu hatırlatmaktadır..

İnsan Biyopsikososyal varlıktır denir. Bu kullanılan genel tanım bu tabloya göre de zaten yanlıştır. Öze giden yolculuğa duvar koymaktadır. Bu ve bunun benzeri bir çok yanlış yönlendirme ile zaten “ben” den uzaklaşmaktayız. Doğrusu ise sosyal kelimesi yerine öz türkçe “tin”, farsça’da “can” ingilizce’de “spirit” diye tanımladığımız ruh-ruhsallık boyut olmalıdır.

Bunlar arasında iletişime bakacak olursak ruhsal veya psikolojik etkiler ve problemler bedeni etkiler, biyolojik yani bedensel bazı faaliyetler psikolojiyi ve ruhumuzu etkiler ama ruhumuzda bir bozukluk çıkartamazlar. Bu yazıdaki temel merak ettiğim şeylerden birisi de bu kısım. Anlayabildiğim kadarıyla biyolojik veya psikolojik etkiler ruhumuzu değiştiremez ama etkiler. Ya da özümüzü etkileyemez ve özümüz değiştirilemez mi demeliyiz? Ruha “öz” değilde Tanrısal bir töz dendiğinide görmekteyim. Aslında “Ben kimim?” sorusunda ki ipuçlarından birinin burada olduğunu hissetmekteyim. ( Burada aklıma gelen kabz ve bast halleridir. )  Ülkemizde psikolojik problemleri, ruhsal bozukluk olarak tanımlamaktadırlar. Bu genel kullanım aslında yanlış bir kullanımdır. Ruhsal düzeyde var olduğunu düşündümüz gerginlik, hastalık, problemler aslında psikolojik seviyede olan marazlardır. Ama ruhsal boyutumuz biyolojik ve psikolojik tarafımızı hem etkileyebilir hem de değiştirebilir.

Yukarıdaki bilgiler ışığında “Ben neyim?” sorusuna şu cevabı verebilir miyim?

Ben ruhsal boyutlu, psikolojik tarafı olan biyolojik bir insanım. “Ben kimim?* sorusu içinde bu cevap yardım edecektir. Çünkü verdiğimiz cevapları hangi boyuta göre cevapladığımızı göreceğiz. Mesela sen kimsin diye sorduklarında doğduğum şehir, doğduğum yıl ve doğduğumda verilen isim cevapları benim biyolojik boyutumun doğru cevaplarıdır. Ben bu soruya kendime desem ki “umutlu ve mutlu bir insanım” desem bu da psikolojik tarafımın bir doğru cevabı olacaktır. İşte burada asıl sorduğumuz soruyu doğru anlayacağımız boyut ise spiritüel boyuttaki “Ben kimim?” sorusunun boyutudur.

Burada biraz da değilleme yaparak ego’dan bahsederek belki doğruya ulaşabilirim.

Ego kendini psikolojik ve biyolojik boyutarımız üzerinden kendini tanımlayan bir benlik halidir. 

Peki benlik dediğimiz Ene nedir? Ene vahid-i kıyastır. Yani Allah’ın mutlak sıfat ve isimlerini anlamakta kullanılan bir kıyas vasıtası ve aracıdır. Ene nefistendir; ama nefis eneden ibaret değildir. Ene’nin önemini bu ayetle anlarız.

 “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik. Hepsi de onu yüklenmekten kaçındı ve ondan korktu. İnsan ise onu yüklendi. Gerçekten insan çok zalim, çok cahildir” Ahzâb Süresi, 33:72

Ene işte buradaki emanettir. Bu emanete “nefis” de diyebiliriz.

“Ben kimim?”in cevabına giderken kullanacağım müthiş bir araç. Zaten nefs, O’nun (c.c.) isimlerini tanımak için verilmiş olan bir araç. İşin özünü benle buluşturan ise Gazali.

“Nefsini (kendini) bilen rabbini bilir ve nefsini (kendini) en iyi bileniniz rabbini en iyi bileninizdir” İmam-ı Gazâlî. Mearicül-Kuds. Sh. 9

Tam burada yazarlarımızdan Naci Gündüzalp’in “Nefis” adlı yazısından kaynak alıyorum.

Kuran-ı Kerim’den anladığımız kadarı ile nefsin tarihi insanlık tarihinden önce başlıyor.”Göklerin ve yerin yaratılışında da, kendi nefislerinin yaratılışında da Ben onları şahid tutmadım.” KEHF 51, ”Sizi tek bir nefisten yarattı”ZUMER 6.

Ayetlerden anlaşıldığı üzere nefis, insan oğlundan önce yaratılmış ve devamlı surette -Allah’ın esirgedikleri dışında- kötülüğü emrediyor. Bir diğer yandan ise biz günah işlediğimizde nefsimize zulmetmiş oluyoruz

Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?”

Nefis demiş: “Ben benim, Sen sensin.”

Azap vermiş, Cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ene ene, ente ente.” Hangi nevi azâbı vermiş, enâniyetten vazgeçmemiş.

Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş: “Men ene? Ve mâ ente?”

Nefis demiş:”Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim.”

Oruçluyken bu satırları yazmak ise tevafuk oldu.  “Ben” olmadığını haykırmaya çalıştığım mizacıma yenik düştüm ve işin özüne hızlı gittim. Atların iftar hayali Efendiye kulaklarını kapattırdı. Yorumlarınızla burada çırpınan bu kuşa bi kanat olmanız kendimi bulmama çok yardımcı olacaktır. Selametle.

Devam edecek…

 

3 Comments

  1. Emir Alaçam dedi ki:

    At arabası örneğini ilk defa burada gördüm. Yazınız ilham vericiydi. Teşekkür ederim Musa Bey.

  2. Musa Deliorman dedi ki:

    Allah razı olsun Berk bey.çok güzel bir hatırlatma ve düzeltme oldu. 4 yıl önce okuduğum yazıyı unutan ben evveli hatırlayabilir miyim? Ne dersiniz 🙂 Bu tanımlamalara çok ihtiyacım oluyor. Mesela “Nefsini (kendini) bilen Rabbini bilir ve nefsini (kendini) en iyi bileniniz rabbini en iyi bileninizdir” cümlesinde “nefsini” kısmını kendimiz olarak tanımlayabilir miyiz? Kendiliğimize giderken nefsimize mi gitmiş oluyoruz? Bu aşamada kendilik kavramını mı açmak gerekir? Öz ve kendilik kavramıda nitekim karmaşıklığa sebebiyet veriyor olabilir.
    Destekleriniz için çok teşekkür ederim.

  3. berk dedi ki:

    Çok güzel bir giriş yazısı olmuş. Verilen at arabası misali de çok hoş düşmüş ve beni düşündürecek gibi. Oldukça fazla konu başlığı birer sekme gibi açılmış. Umarım tüm o sekmelerin hakkını verecek derinlikli makaleler okuruz. Bizi böyle bir beklenti içine soktunuz. Kendi namıma bir parantez açmak istiyorum: İlgili ayete referans yaparak nefisin orada bahsi geçen emanet olduğunu ifade etmişsiniz. Acizane kanaatim, nefisin emanet olmadığı ama emanetin kendisine takıldığı bir varlık olduğu yönünde… Yani ene bir emanet ise Frodo’ya Elrond’un Divanında tahmil edildiği gibi; nefis oradaki parmağa ya da Frodo’ya benziyor… Ben de net ayrımı yapamadım ama üzerine düşünmeye değer. Şu makalede http://yesilgunes.org/miftah/ Ömer Tahir Karahanlı’nın ifadeleri hem de aşağıda benim yapmış olduğum yorumdaki şu ifadeler bu konu ile alakalı: ““Alemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Kainat kapıları zahiren açık görünürken hakikaten kapalıdır. Cenab-ı Hak emanet cihetiyle insana “ene” namında öyle bir miftah vermiştir ki alemin tüm kapılarını açar.”

    Bu ifadelerde elde olan ve takılan bir şeyden bahsedilir ki bu yüzük tarifine uygun düşmekte.”

    Buradan şu çıkarımı yapıyorum: İnsanın elindedir ve nefsine takılmıştır deniyor. İnsanın eline takılmıştır denmiyor. Buradan anlıyorum ki, eline değil ama eline ait bir şeye takılıyor. Bu da ancak parmak olabilir. Yani bilezik değil yüzük. O zaman yüzük ene ise, parmak nefs ile alakalı olmuş oluyor.”

    Makalenizin devamını bekliyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir