Niyâzî-i Mısrî
Biz sırtımızdan şalımızı çıkardık. Her türlü makamdan, mevkiden vazgeçtik. Bizi ancak bizim gibi varlığından soyunan, benliğini, kibrini terk edenler anlayabilir.
“Ben kimim?” sorusuna cevap bulmaya çalışırken karşımıza “benliği terk etme” kavramı çıkmakta. Benliği ve benlik buudlu şeyleri terk etmek çok önemlidir ve önemine binaen de üzerinde ne kadar durulsa yeridir. Zira kâmil insan olabilmenin birinci şartı budur. İnsan-ı kâmil olma ise, insan olmanın yegâne gayesidir. Şeytan, benlik ve enaniyet sebebiyle huzurdan kovulmuştur. Benliği terk etme kavramını ölmeden ölme kavramıyla benzeştirebiliriz. Özümüzü keşfetmeye giden bu yolda . “Ölmeden önce ölünüz” hadis-i şerifi bu yolda yürürken her bir vadide uyarıcı bir tabela gibi. Sanki “bu yolda ölüm var, bunu bil, yola öyle devam et” der gibi. Önceki yazıda denildiği gibi: “Ben kimim ki bu yolda can vermeyeyim?”
İnsanda birçok farklı benlik vardır. Hepsini kendim diye çağırır. Bu nedenle insan derin bir uyku içerisindedir. Uyanması için önce ölmesi gerekir. Gurdjieff
“İnsanlar, uykudadır. Öldükleri zaman uyanırlar.”1Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ 7/52; Aliyyülkârî, el-Masnû’ s.199. (Hz. Ali’ye isnat edilen bir söz)
“İnsanın hakikati bulabilmesi için nefis ve enaniyetleri cihetiyle ölmesi gereklidir. Sırtımızda nefis baskısını taşıdığımız sürece, benlik ve gurur altında ezildiğimiz sürece kat’iyen bulamayız. Bu yüzden kalbin ve ruhun hayatına yükselmenin yolu, nefis ve enaniyet cihetiyle yok olmaktır. İnsan yok olmalıdır ki var olsun!”
Eğer bunu yapmaz isek bir robot gibi tepkiler veren bir varlık olarak sadece fiziksel olarak ölebiliriz. Çünkü kendimizi keşfetme yolculuğumuzda robot-makine tabirinin de çok sık kullanıldığını görebiliriz. Kendi ile çalışmaya başlayan kişiler kendinde otomatik tepkiler veren bir organik robotu görebileceklerdir. Bu ilmi bize öğreten enneagramdır.
Enneagram, Yunanca bir kelimedir. “Ennea” 9 ve “Gramm” ise nokta, şekil, figür gibi bir anlama sahip. Yani dokuz figürlü şekil anlama gelmektedir. Gurdjieff’in koyduğu bu isime Türkçede 9 mizaç modeli diyoruz. Enneagram; doğuştan gelen mizaç kavramını temel alarak kişilik oluşum sürecini ve farklılıklarını tanımlayan gerçekçi ve dinamik bir sistemdir.
Enneagram aracılığı ile kendi kendimize oluşturduğumuz hapishaneden kaçabilir, yaşamı tam anlamıyla tadabileceğimiz bilgeliğe erişebiliriz. Benliğimizin kısıtlayıcı işleyişlerini silkip atabilir, gerçek kimliğimizi edinebiliriz. Enneagram yalnızca kendimizi anlamak ve dönüştürmek için değil, aynı zamanda başkalarını da anlamak içindir.
Enneagram ile Kişilik Analizi – Don Richard Riso Russ Hudson
Enneagram anonim bir bilgidir. Ama insanlık tarihi kadar eskidir diyebiliriz. 1900’lere kadar hiçbir bilgi ve veriye sahip değiliz. Bu konudaki bilgiler sınırlı sayıdaki insanlar arasında tarihte aktarılmış gizli ve gizemli bilgilerden ibarettir. 1900’lerin başında Gurdjieff bu bilgi ile gizemli bir şekilde tanışıyor. Aynı zamanda Orta Asya sufilerinden de aktarıldığı söylenmektedir. 1960 yılında Oscar Ichazo yazılı metin üretmeleri ve başkalarına anlatmama şartı ile öğreniyor. Ama öğrencileri başkalarına fasiküllerle anlatmaya başlıyorlar. 1970 Psikiyatr Oscar’ın öğrencisi Claudio Naranjo, Şili’nin Arica kentinde düzenlenen bir eğitim inzivasına katıldığında öğrendiği ve geliştirdiği de biliniyor. Ayrıca Kabala’daki Hayat Ağacı’nın dallarına gömülmüş olduğu düşünülmüştür. Enneagram sembolünün varyasyonlarının, Sufi geleneğinde Nakşibendi Tarikatı’na (Arıların Kardeşliği) özel atıfta bulunularak ortaya çıktığı da söylenmektedir.
Ayrıca Enneagram’ın tarihini araştırırken Altay-Yaratılış destanı karşımıza çıkıyor. İnsanlığın yaratılış hakkındaki Türk düşüncesine göre Tanrı, yeryüzündeki dokuz insan cinsini, bu insanlardan önce yarattığı dokuz dallı bir ağacın gölgesinde barındırmıştır. Önce yerden dokuz dallı ağacı yükseltmiş, sonra her dalın altında bugünkü insanlığın ilk atalarından birini yaratarak, bu dokuz insana ağaç gölgesinde barınmayı bir yaratılış bilgisi haline vermiştir.
“Dokuz kişi kılınsın, dokuz dalın kökünden, dokuz oymak türesin, dokuz kişi özünden!”
Altay – Yaratılış destanı
Tüm bunları araştırırken bende oluşan fikir bu ilmin Hıziri bir ilim olduğu izlenimi verdi. Allahualem bunu şu an bilmemiz çok zor gibi gözüküyor. Az kişinin talep ettiği bu bilgi maalesef “özel” bir ilim olarak gibi kalacak gözüküyor.
“Kâlû Belâ’da cinsiyetimizi seçtiğimiz gibi mizaç tipimizi de seçeriz.”
Mizaç: Kişinin doğuştan getirdiği, kendine özgü doğal arayışı, doğal olumlu özellikleri, potansiyel riskleri olan ve kişiliğin temel zeminini oluşturan çekirdektir. Bu kişiliğin temeli. Mizaç duygusal, düşünsel ve davranışsal düzeyde belli eğilim ve özellikler içerir. Bireyin yaşam boyu karşılaştığı tüm faktörler bu mizaç zemininde etkileşir.
Aşağıdaki grafik 9 temel mizacı bize göstermektedir.
Bu her 9 mizacın sağlıklı, sağlıksız ve ortalama seviyeleri vardır. Çekirdek aynı ama onu hayatta ortaya koyma biçimi farklı olabiliyor. Bunu ağacın çekirdeğine benzetebiliriz. Elma ağacı her mevsimde farklı renkte gözükür ama çekirdeği de meyvesi hep aynı kalır. Her bir bireyin 4 mizaç tipi ile ilişkisi vardır.
Enneagramın dokuz tarzı da gelişi güzel değildir: Tarzlar üç adet üçlü gruba ayrılırlar; her grup bir Enneagram üçlüsü oluşturur. Zihin-Düşünme Merkezi (Kafa bölgesi), Hissetme-Duygu Merkezi (Göğüs bölgesi), İçgüdüsel Merkez (Karın bölgesi).
Burada ilk paylaşmış olduğum “Müziğe dâhil olabilmek” yazısına bir köprü kurabiliriz. O(c.c.)’na bir “Yok oluş” adlı bir müzik sunma arzusu. İşte, mizacımızı bilinçli olarak kullanırsak o bize hizmet eden bir enstrümana dönüşür ve yaradana güzel bir müzik sunabiliriz.
Enneagram dinamik bir sistemdir. Bize gitmemiz gereken yönü vererek de yardımcı olmaktadır. Her bir mizacın bir gelişme ve çökme yönü vardır. Yukarıdaki grafiktede görüldüğü gibi Çökme yönü kişinin artan gerilim içinde olduğunu ve asıl tarzı içinde bazı konularla baş edemediğini, dolayısıyla gittiği yöndeki mizac numarası gibi davranış göstermektedir. Gelişme yönünde herhangi bir ilerleme ise kendimizi güvende hissettiğimizi gösterir. Örneğin, gerilim altındaki bir Yedi çökme yönü olan Bir’e gidecek, kendini daha rahat hisseden bir Yedi ise gelişme yönünde Beş’e yönelecektir.
İnsanlar sürekli değişim içindeler ve farklı sağlık seviyelerinde olabiliyorlar. Bu yüzden tarz açıklamalarındaki her madde kişiye uymayabilir. Sağlıklı olduğumuz zaman sağlıksız özelliklere sahip değiliz demektir.
Kendimi arama yolculuğumda Enneagram bana şok etkisi yaratmıştı. Beni tanıyormuş gibi “Ben’i” bana anlatıyordu. Yıllar evvel çocukça “Allah katında veya kullukta nerede olduğumu gösterecek bir puan tablosu olsa keşke” diye bir dua ettiğimi hatırlıyorum. Onu biz bilemeyiz ama bu ilim en azından nerede olmadığımı apaçık sunmuş oluyordu. İlk başlarda bunu sindirmek zordu. Çünkü gerçek anlamda bulunduğum seviye ile yüzleşme anıydı.
Enneagram ilmi nefis mertebelerinden “Nefs-i emmâre” düzeyini ilgilendiren bir ilimdi. Bu yolda olanlara acı veren de zaten kendinle yüzleşmek değil miydi? Ayrıca Enneagram Nefs-i Levvame de geçiş içinde çok güzel bir basamak oluşturuyordu.
Kişi kendini gelişim ve şuur seviyesine göre bedende, psişede ve ruhta tanımlayabilir. Ama aslında kendimizi ruhta tanımlamalıyız. Ruhsal boyutumuz saf, eksiksiz, bozulmayan, hastalanmayan bir öz. Burada zıtlık yok ve kutupsallık yoktur. Ruhsal düzeyimiz mutmaindir. Bilincimiz ruhsal boyutumuzu o tamlığını ve mükemmeliğini ruhsal boyut olduğunu unutuyoruz. Kendimiz özümüz derken psikolojik boyutumuzu tanımlıyoruz. Farkındalık kaybından oluşan boşluğu psikolojik benlik tarafından dolduruluyor.
İsmail Acarkan
Ben bedenim değilim, ben duygularım-düşüncelerim değilim, yapıp ettiklerim hiç değilim. Ben zaten varım ve var olmaya gelmedim.
Bu makineden kurtulup ölmeden ölebilmek ve yükselişe geçmek bize Tolkien’in efsanelerini de hatırlatıyor. Tolkien, eserinin temel temalarının “düşüş, ölüm ve makine” olduğunu söyler. Yüzüğü bu makinelerden biri gibi okuyacağımız gibi insanı da bu şekilde okuyabiliriz. Çünkü önceki yazımızda Berk Bey’in çok güzel bir düzeltmesi ve hatırlatması da bunu düşünmemize vesile oluyor.
“Alemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Kainat kapıları zahiren açık görünürken hakikaten kapalıdır. Cenab-ı Hak emanet cihetiyle insana “ene” namında öyle bir miftah vermiştir ki alemin tüm kapılarını açar.”
Bu alıntı ile enenin (yüzük) insanın elinde olduğu ve nefsine (parmağına) takılmış olduğu şeklinde okuyabileceğimizi öğrendik.
Bu bağlam ile bakılınca Enneagram’daki 9 mizaç Sauron’un kölesi haline gelmiş, maske takan 9 İnsan Kara Şövalyeyi (Nazgul) ve onlara verilen 9 yüzüğü hatırlatıyor. Bu makineyi farkında olmadan kullanırsak bizi Nazgul ordusuna dönüştürmez mi? Maskeler ardında köle gibi bir yaşam bundan farksız değil de nedir? Bir de Frodo gibi “farkındalıkla” bu zor yola atılırsak O (c.c.) Hıziri ilmi bizle tanıştırmaz mı?
Dokuz Yüzük Ölümlü İnsanlara, ölecekler ne yazık,
Tersten okursak;
Ya da Frodo gibi ölmeden ölecekler, ne güzel.
Mesele sanki, Frodo gibi emanet verilen ve belki bizi makineleştiren “ene”yi o parmakla birlikte geri verebilmek ile ilgili. Parmağı da vermesindeki hikmeti de Sutuboğda’dan öğreniyoruz.
“Parmağının alınmasıyla kalbindeki hafî yüzük çıkarılmış ve başarıyı kendinden bilmesi ihtimalinin önü kesilmiştir. Eksik olan parmağı ismine de sirayet etmiştir ve nefsinin kötülüğüne karşı daimi bir paratoner olmuştur.” Kaynak
Peki, ne fayda sağlar Enneagram ilmi ile kendimiz üzerinde çalışma yapmak? Bu sorunun cevabını çok güzel bir dille Elif Kaya bizlere vermektedir:
“Kendini tanımadan, ne olduğunu anlamadan yola çıkan, çabuk yoruluyor. Hız dikkati dağıtıyor. Bütün bunlardan kurtulabilmek için insanın ruhunu, kalbini, nefsini tanıması gerekiyor. Hele nefsini… Çünkü ancak tanıdıkça ona haddini bildirebiliyor. Nefis haddini bildikçe ruh, kendi gücünü kazanmaya başlıyor. Kazandıkça bedenin ağırlığını atıyor üzerinden. ‘Arayan bulur.’ denir. ‘Ancak kolay değildir; çünkü yollar hayli çetrefillidir.’ denir. Onun için yola çıkmayı hiç istemez nefis. Kendini gizler. En korkusuz yolcu, kendini aramak için yola çıkandır. Her gün kaç defa baktığı aynadaki yüzünde başka yüzleri görmek korkutur insanı.” Kaynak
Ne zaman ki bu “ben” denilen mahlukatın gerçek olmadığını anladım, o zaman esas ve tek yolculuğum başladı. Bu hayat o yolculuğum.
Şems-i Tebrizi
Sonuç olarak, Hüküm Dağına veya Kaf Dağına yapılan bu yolculuk meşakkatli bir yolculuk. Görülen o ki, yok olmaya çıkılan bu yolculuk ciddiyet, sabır, aşk ve birçok dikeye götüren marifet gerektiriyor. Hepsinden önce ölmeden ölmeyi gerektiriyor. Yolda yorulup kalmamak için kendimizi tanımamız gerekiyor. Kendi irademizle bulduğumuz merkezde dengemizi sağlamamız gerekiyor.
Ölmeden ölelim ve “onu” parmağımızdan kesip atalım ki Hz. İnsan olup aziz bir misafir olarak tekrar doğalım. Bunu yapacak olan yine O’dur (c.c.). Ama ona güzel bir musikiye dönüşecek bir gayret ve himmet duası sunacak olan bizleriz.
“Ölünüz, ölünüz ki ölümsüz bir can kazanasınız. Bu topraktan kesilip ten bağlarından kurtulun ki eliniz semalara ulaşsın.”
Mevlana