Bir konuya girizgah yapmak şüphesiz konunun bütünü anlatmaktan daha meşakkatli bir süreci içeriyor. Bu bağlamda bundan sonra değineceğimiz konulara ve sorgulamalarıma dayanak teşkil etmesi bakımından bu yazıyı kendi kendime konuşuyor ve düşünüyormuş edası ile yazmak istedim.
Kalıplaşmış yapıların, şekilciliğin hüküm sürdüğü günümüz dünyasında, tefekküre ve yeni düşüncelere insanlığın ihtiyacı her geçen gün artmaktadır. Uçsuz bucaksız evrendeki her şeye yüce Allah’ın yaratma sanatının incelikleri olarak bakmak ve tefekkür denizine dalmak Rabbimizin sonsuz kudretini, her ince nakıştaki sonsuz güzelliği anlamaya çalışma açısından bir nimettir. Soru sormanın ve sorgulamanın hakikati üzerinde durup, insanlığın yıldızlara olan merakının nerelere dayandığı ve bu merakın hangi gerekçelerle olduğu sorusu tefekkürüme kapı aralamaktaydı.
“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler.Ve “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru”derler. Âl-i İmrân Suresi 191. Ayet
Eski çağlardaki insanların, tasarladıkları yapılar ve mitleri incelendiğinde yıldızlara ve göklere hassasiyet duydukları aşikar olarak görülmektedir. Buradan hareketle Yeryüzünde, insanlık tarihi açısından büyük önem arz eden bazı yapıların binlerce yıl önceki zamanlarda yıldız sistemlerinin yerdeki iz düşümleri olarak inşa edilmeleri sorgulamanın dayanak noktalarından birini oluşturmaktadır. Binlerce yıl önce yaşayan kavimler kendileri açısından büyük öneme haiz tapınaklarını ve mimari yapılarını neden gökteki bazı yıldızların iz düşümlerine göre inşa etmiş ve konumlandırmıştı? Bilinen insanlık tarihinde Paleolitik dönemlerde yaşamış insanların mağaralara çizdiği resimler bizlere yıldızları ve yıldız sistemlerini göstermekteydi. Çin, Meksika, Peru, Mısır ve daha birçok ülkede bunun örneklerini görmek mümkündür. Bütün bu Paleolitik dönem yapılar, eski insanların, yaratılış mitlerinde de defalarca değinildiği gibi, yaşamın dünyamıza göklerden geldiği inancına sahip olduğunu göstermektedir. Ülkemizin Güneydoğu’sunda bulunan Göbekli Tepe’de bu bağlamda çok sırlara sahiptir. Göbekli Tepe’de ki bazı taş yapıtların yönlerinin kuzeye doğru baktığı bilinmektedir. Bazı araştırmacılar bu yapıtların yönlerinin kuzeye doğru olmasının, Neolitik dönem insanlarının ruhlarının öldükten sonra gideceği yönü belirttiklerine olan inanç olduğunu saptamışlardır. Neolitik dönemde insanlar, fiziki alemden öteki alemlere geçişin bir yönü olduğunu belki de bu yönün sadece düşünsel bir olgu değil, gökte bulunan gerçek bir yer olduğuna inanmışlardı.
Güneydoğu’da eski yerleşim yerlerinde yaşayan ve Kur’an’ı Kerim’de “5/69- Şüphesiz inananlar (müslümanlar) ile Yahudiler, Sabiîler ve Hıristiyanlardan (her bir grubun kendi şeriatında) “Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır” ayetinde zikredilen Sabiiler, Kuzey yönünü aynı zamanda dualarının da yönü olarak belirlemişti. Burada Sabii halkını, Kuzey yönüne odaklatan olgu bütün yıldızların etrafında döndüğüne inandıkları Kutup Yıldızı idi.
Neolitik dönemlerde insanlar neden yıldızların kendisi kadar bulundukları mevkileri de önemsemişlerdi?
Kur’an’ı Kerim’de ; “Hayır! O nücûmun (yıldızların) mevkiine (yerine) kasem ederim. Ve gerçekten bilseniz o azim bir kasemdir.” Vakia 75/76 buyuruluyor.
Allah (c.c) Kuran’ı Kerim’de bir çok yerde yemin ediyor ancak bu ayette yıldızların mevkiine yemin ediyor ve bu yeminin üzerine “azim bir kasemdir” diyerek vurgu yapıyor. Acaba neden? diye sorgulayarak tefekkür denizinde yüzmeye devam ediyoruz.
“Hem semavat meydanında, denizinde, fezasındaki yıldızlar ise, mutî neferler, muntazam sefineler, harika tayyareler, acâip lâmbalar gibi vaziyetiyle,Senin saltanat-ı ulûhiyetinin şâşaasını gösteriyorlar. Ve o ordunun efradından bir yıldız olan güneşimizin seyyarelerinde ve zeminimizdeki vazifelerinin delâlet ve ihtarıyla güneşin sâir arkadaşları olan yıldızların bir kısmı âhiret âlemlerine bakarlar ve vazifesiz değiller; belki bâki olan âlemlerin güneşleridirler.” 3.Şua
İçinde bulunduğumuz maddi alemde ahiret alemleri ile alakalı genelde soyut kavramlar üzerinden düşüncelerimiz şekilleniyor olmasına karşın maddi alem ile mana alemi arasında çok keskin bir fark olup olmadığı hususu kafamda tedebbür ediyordu. Asli vatanımız olan Cennet, somut varlığı ile bazı yıldızların ötesinde mi bulunuyordu?
Yine Said Nursi; “ Saltanat-ı rububiyetinden uzak değildir ki, Cehennem-i Kübrâyı, elektrik lâmbalarının fabrikasının kazanı hükmüne getirip, âhirete bakan semânın yıldızlarını onunla iş’âl etsin, hararet ve kuvvet versin.” Yani, âlem-i nur olan Cennetten yıldızlara nur verip, Cehennemden nar ve hararet göndersin; aynı halde, o Cehennemin bir kısmını ehl-i azâba mesken ve mahpes yapsın.” diyerek sanki maddi alem ile mana alemi arasında bir alışveriş olduğunu vurguluyordu.
Yazıyı tamamlarken, yeni düşüncelere sevk etmesi açısından bir hususu vurgulamak istiyorum. Said Nursi’nin eserlerinde kullandığı kelimeleri özenle seçtiğinden hareketle, “yıldızların bir kısmı âhiret âlemlerine bakarlar ve vazifesiz değiller” vurgusunda özellikle “bir kısmı” diye vurgu yapıyor. Acaba hangi yıldızlar?
“”Subhansın ya Rab! Senin bize bildirdiğinden başka ne bilebiliriz ki? Herşeyi hakkıyla bilen, herşeyi hikmetle yapan Sensin.”(Bakara suresi 2/32)
1 Comment
Tesbitler hakiikaten bir denizden çıkarılmış inci gibi… Tebrik ediyorum. devamını hakiki bir merakla bekliyorum Bu arada Tarık sırrı bu konu ile alakalı olarak incelenebilir.