İsm-i Âhir‘le işaret edildiği gibi, her bir ağacın neticesi ve meyvesi öyle bir tarifenamedir ki, o ağacın eşkâlini ve ahvâlini ve evsafını, ve öyle bir beyannamedir ki, onun vazifelerini ve menfaatlerini ve hassalarını(özelliklerini); ve öyle bir fezlekedir ki, o ağacın emsalini ve ensâlini(zürriyetini) ve nesl-i âtisini(gelecek neslini) o meyvenin kalbinde bulunan çekirdeklerle beyan ediyor, ders veriyor.
”İnsan ve ağaç” yazı serisinin sonu olan bu makalede ism-i Ahir perspektifinde insan ve ağaç münasebetini incelmeye çalışacağım.
İsm-i Evvel ile çekirdeğe benzettiğimiz potansiyel insanımız, kendisi ile yüzleşerek toprağa bürünmüş ve enfüsteki yolculuğuna başlamıştı. Bu yolculuğunda daha önce keşfetmediği istidat ve latifelerini keşfetmiş ve onları kullanmayı öğrenmişti. İsm-i Batın ile ağacın içinde işleyen destgah(tezgah), fabrika misali o da kendi iç aleminde inşâ sürecini başlatmıştı. Hatta bu inşâ sürecindeki yardımcılardan da bir parça bahsetmiştik. Son olarak da iç alemdeki bu yapılanmaya ism-i Zahir ile ağacın şekli, sureti üzerinden bir yorum getirdik.
Said Nursi’nin ifadesi ile ism-i Ahir ağacın meyvesine işaret eder. Meyve ise çekirdeğin/ağacın ekilme sebebi, ulaşılmak istenen neticesidir.Toprağa ekilmesi, sulanması, budanması ve büyümesini beklemek; hepsi meyve için yapılır. Çünkü ağaç meyvenin sebebi, meyve de ağacın hakikatidir. Hakikatin ortaya çıkması ise hikmetin zahir olduğu ”an”dır. Meyvenin aynı zamanda çekirdeğini de içinde barındırması münasebeti ile bu ”an” aynı zamanda ağacın ölümsüzlüğe, sonsuzluğa vasıl olma anıdır. Çekirdekten meyveye, meyveden çekirdeğe devam eden sonsuz bir döngü.
İnsan ise kainatın meyvesidir. Kainat nev-i insanı netice vermesi için hâlk edilmiştir. Bir önceki yazıda bahsedildiği gibi, nasıl ki ağacın meyvesi, ağacın bütün âzalarıyla hatta geçmişiyle münasebettardır. Öyle de insan da bu kainatın bütün noktalarıyla(odalarıyla) âlakadar, Said Nursi’nin tabiri ile kainatın fihristesi hükmündedir. Mahiyetinde kainatın çekirdeğini taşır.
”Sen kendini küçük bir cisim sanırsın,
Oysa koca bir âlem sende dürülmüştür.”
Hz. Ali(kv)
Çekirdeği taşıması münasebeti ile de kainat da insandan yaratılmıştır demek gerekir. Bediüzzaman Said Nursi ‘‘insanı” anlattığı benzersiz eseri 23. Söz’de ”Cenab-ı Hakkın antika bir san’atı” tabirini kullanır insan için. Antika olması (Allahualem) mahiyetinde taşıdığı bu çekirdektendir. Ve yine aynı çekirdek cennet ve cehennemin yaratılmasına sebeptir. Çünkü hâl dili ile yapılan çok makbul bir duadır çekirdeği taşımak.
”Ey Âdemoğlu! Seni kendim için, âlemleri senin için yarattım.” Hadis-i Kudsi
Kainat ağaç, insan ise meyvesi dedik. Bu durumda kainat sebep, nev-i insan ise kainatın hakikati. Bir de insanın kendi hakikati var ki beni en çok heyecanlandıran kısım işte bu noktada başlıyor.
Hollywood filmlerinden aşina olduğumuz bir sahne vardır. Esas karakter bir icâd peşindedir. Devamlı denemeler yapar ve hepsinde başarısız olur. Oysa yenilgi yenilgi büyüyen bir zafere doğru yol almaktadır.Ve en sonunda yaptığı icâd başarıya ulaşır. Hikmet ortaya çıkar. O ”an” bir sessizlik olur. Zaman durur. Kamera sırasıyla önce icâda odaklanır, daha sonra ise mucidimizin yüzüne.Ve o yüzde ”memnuniyetin ifadesi” okunur.
İnsanın hakikatine ulaşmasını işte bu sürece benzetiyorum.
RİSALE-İ NUR’DA SEBEPLERİN TESİRSİZLİĞİ
Konumuzla bir parça alakadar olması münasebeti ile esbab ile esma ilişkisine çok kısa değineceğim.
Bediüzzaman Said Nursi eserlerinde bu konuyu anlatırken enfes bir örnek verir. Şöyle ki; Ufka bakan bir insan, tepenin zirvesi ile gökyüzünü birbirine çok yakın, bitişik görür.(1) Ama tepeye çıktığında ise yeryüzü ile gökyüzü arasında öylesine büyük bir mesafenin olduğunu anlar ki, bu mesafede yıldızlar parlar.(2)
(1)
(2)
”Sebep ve müsebbeb ortasındaki uzun mesafede, Esma-i İlâhiye birer yıldız gibi tulû eder.” 25.Söz
İşte sebepler bize, gökyüzü ile yeryüzünü çok yakınmış gibi algılatırlar. Eğer sebepler eritilip o mesafe alınabilirse, yani tepenin/dağın zirvesine çıkabilirse insan, İlahi esmaların perdesiz yıldız gibi parladıklarına şahit olur.
İnsanın meyvesi/hakikati insanda galip olan Allah’ın esması. O ismi perdeleyen sebepler ise insanın ortaya koyduğu, aslında var olmayan ”benliği”. Sebepler tükenip benlik aradan çıkınca, insanın yaratılmasındaki murad/maksat bir yıldız gibi gökyüzünde tulû eder.Zaman durur, hikmet ortaya çıkar ve ”Senden razıyım’‘(Allahualem) hitabına mazhar olur. Ve Yaratıcısının esmalarına tam bir ayna, mahlukatına bir yol gösterici olur.
”Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olursanız, kurtuluşa erersiniz.” Hadis-i Şerif
Dünya hayatı zor, imtihan yükü ağır. Bazen sadece bu merak duygusu, zorlu mücadelemde temel motivasyonum oluyor diyebilirim. Yaratılmamdaki maksadı/hikmeti merak ediyorum. Kendi yıldızıma ulaşmak, o ”anı” yaşamak, emanete hıyanet etmeden sahibine teslim edebilmek istiyorum.
Tabi ki bu arzuları -farkında olsun ya da olmasın- her insan kendi içinde derecesine göre hissediyor, çünkü parça bütününe gitmek istiyor. Üstelik herkes de ben kadar şanslı değil bu konudaki arayışında. Yaptığım araştırmalar sırasında mel’un şeytanın bu konuda da boş durmadığını fark ettim. İnsanın hakikatine ulaşabilmesi için ihtiyacı olan bu hisleri, insanı daha da düşürecek olan bitkisel ya da sentetik saykodelik ilaçlarla saptırmaya çalışıyor. Astral bedene ulaşmak adı altında eskiden beri kullanılan bir yöntem olan halüsinojen mantarları tekrar yeniymiş gibi gündemde.
Onların mantarlarına karşı biz de ağaçların irşadı ile uçmayı salık verelim. Benliğimizden sıyrılıp, hakikatimize ulaşmak niyeti ile bir Allah dostunun duası ile sözlerimizi sonlandıralım.
”Allah’ım beni bana unuttur. Kendimden bahsetmeyi bana kerih göster.”
Elfü elfi Amin..
1 Comment
https://bilimfili.com/bitkiler-yagmur-damlalarinin-dokunusunu-hissedebiliyor/