Günümüzdeki ilerlemeci mantık ile yapılan yatırımlar sonucu teknoloji hızla gelişmekte. Teknolojinin gelişimi ile insanlık kendini taklit etmeye yönlendirildi. Bu yönelmede sürekli olarak çıkartılan transcendence tarzı filmlerin etkilerini sonraki yıllarda göreceğiz. Bu yönelmede sanal alem, üzerinde fazlaca durulan konulardan.
Sanal alemde yaşama, kendini o aleme aktarma fikrinin altında yatan sebep, ölümsüzlük arayışı. Bilgisayara aktarılan zihniniz ve avatarınız ile orada ölümsüz olacağınız vadediliyor. Transcendence filminin ana konusu buydu. Bilgisayara aktarılma sonrası artık orada yaşayabiliyor, çevrenizle, eşiniz, dostunuzla irtibatı sürdürebiliyorsunuz. İzleyiciye filmde vadedilenler bunlar.
Bu tür filmlerde dikkat çekici bir olay var. Filmlerin ortak noktası zihni bilgisayara aktarılacak kişinin ölme zorunluluğu. Yani asıl olan insan öldükten sonra bilgisayara aktarılıyor ve aktarılan bu yazılımın gerçek siz olduğunuz varsayılıyor. Halbuki yaşarken zihni bilgisayara aktarılsa ve sanalı ile gerçeği karşılaşsa bu ölümsüzlük vaadinin çok tutarlı olmadığı ortaya çıkacaktır. Bu ihtimale karşı da bir fikir sunuyorlar ”Mindclone”. Mindclone siz hayattayken sizin sanal zihniniz de “kendi” hayatını yaşamaya başlıyor. Burada insan sorusunu soramadan(hani bu aktarılan bendim?) gerçek kişiliğinizle sanal zihniniz arasında sürekli yahut belirli aralıklarla senkronizasyonu öneriyorlar. Böylece sanal zihniniz apayrı bir kişilik değil, sizin zihninize senkronize olup size daha fazla benzeyecek ama şu var ki senkronizasyon daha fazla veri girişinden ibaret değil midir? Bu söz konusu aktarım fikri tutarlı olsaydı senkronizasyona ihtiyaç duyulmaması gerekirdi. Sonuç olarak senkronizasyon gerçek kişiyi ölene kadar oyalamaktan ibaret. Amaç şimdilik tatmin edici olarak açıklanamayan bu sanal gerçek karşılaşmasına pek değinmemek gibi.
Ölümsüzlük vadedilen sanal aleme en çok benzerlik gösteren eşya aynadır. Ayna gerçek sureti yansıtan bir eşyadır. Karşısındaki insan ne yaparsa birebir aynaya yansır. Teknoloji yardımıyla yapılmaya çalışılan da budur. İnsanın hareketlerini aynaya/sanal aleme yansıtmak.
Bu yansıtma olayını ayna üzerinden okursak, aynadaki görüntü aslını gerçek kişiden alır. Görüntü karşısındakini aynen taklit eder. Aynadaki görüntüye kaynaklık eden asıl kişi ölse ve aynadaki görüntü sabit tutulsa veya aynadaki görüntü hareket ettirilse anlaşılacaktır ki görüntü kaynağından koptuğu için geriye sadece aynaya aktarılan kadar hatırat kalacaktır. Kaldı ki hiç bir zaman aynadaki suret sizin hislerinizi yansıtamayacak. Bir manzarayı izlerken aldığınız lezzeti düşünün. Manzarayı izlerken bundan lezzet alan şey bedeniniz mi? Gözleriniz mi? Bu seyir sırasında içeride başka bir şey var sanki. Bu sahneyi sizin zihninizin yüklü olduğu bir robotla değiştirin. Manzaradan alacağı lezzet sadece taklitten ibaret olacaktır. Son bir soruyla bitirirsek görüntünü yansıtan hislerini yansıtır mı?