Günümüzde neredeyse her konudan daha fazla ilgi çeken bir konu olmuştur teknolojik gelişmeler. Günden güne haberler yapılıp, yeni buluşlar insanlara beyan ediliyor. Gelişiyor ama nereye doğru? Sonu nereye varacak? İnsanlığın sorunlarına çözüm olacak mı? gibisinden sorular sordurulmadan beyan ediliyor. Büyük çoğunluk zaten önüne geleni onaylama işlemi yaptığından bu gelişmelerden genel bir memnuniyet söz konusu.
Evet tam bu noktada bir itiraz başlıyor. Yukarıda söylediğimiz “önüne geleni onaylayan topluluğun memnuniyeti” vb. cümlelerde nedense yaş, makam, mevki fark etmeksizin kastedilen mana anlaşılmayarak “ne yani teknolojiye karşı mısın?” sorusu yöneltiliyor. Bu tip sorular soranlar nedense ifrat ve tefrit (ya teknolojiyi çok seveceksin yahut teknoloji düşmanısın) gibi bir düşünceyle bu soruları size yöneltiyorlar.
Oysa bu çağ birleştirme çağı değil midir? Yüzlerce yıldır ayrı ayrı giden bilim kolları bile bugün birleşmekte değil midirler? Biyoloji, kimya, elektronik gibi disiplinler günümüzde birleşerek biyo-kimya ve elektrokimya gibi disiplinler arası çalışmalar neticesinde birleşmemişler midir? Bu birleşmelerden doğan yeni mühendislikler de ortaya çıkmıştır biyomedikal mühendisliği gibi.
Birleştirme fikri yeni bir kavramı da ortaya çıkarmıştır multidisipliner. Artık klasik bakış açısının yeterli kalmadığı bir dönemde bu türden bir çalışmaya ihtiyaç duyulmuştur. Bu multidisipliner çalışma hayatın birçok alanını da etkilemiştir.
Elbette birleştiricilik dini kavramlarda da baştan bu yana anlatılmıştır. Ne ifrat ne tefrit tavsiye edilmiştir; güzel olanın sırat-ı müstakim olduğu vurgulanmıştır. Risale-i Nur’da da bu orta yol gösterilmiştir; örnek olarak kader konusunun işlendiği bölümde.
Bu birleştiricilik elbette çoğaltılan bir noktanın tekrardan bir nokta haline getirilme çabasıdır. Yakın dönemde medyamızda da gündeme gelmiş, belki de birleştirme meselesinin kemali olacak olan din ve bilim meselesi. Her konunun birleştirildiği gibi bu konu birleştirilmeye en muhtaç konudur. Bu konuda ortaya fikirler, tezler ortaya atıldı. Bu fikirleri, tezleri burada inceleyecek değiliz lakin genel olarak çağın ruhu olan birleştiricilik mevzusunun birazda mehdiyetle irtibatlı olduğunu düşünüyorum. Bu konuda da bir misyonu olabilir gelecek zatın.(Kastımız mehdi gele hallede değil tabiki). Aslında bu kanıya varmamızın bir sebebi de Mesih-üd Deccal’in bilimli din/singularity ile insanları aldatmaya çalışacak olması.
Deha-i Nurani
Son yüzyılda bilim ve din arasında ayrılıklar yaşandı. Bunda bilim adamı=ateist algısı önemli rol oynadı. Halbuki bilimde sıçrama yaptıran Newton ve Einstein dindar insanlardı. Bu algı günümüzde de devam etmekte lakin Newton ve Einstein örnekleri hakikatmiş gibi propagandası yapılan bu olayın haksız olduğunu ortaya çıkarmakta. Burada bilimden uzaklaştıran hurafelerin ve bakış açısı ile ilgili uzaklaşmalar da söz konusu. Halbuki özellikle müslümanlar için ayetlerde bilime teşvikler hat safhada iken durumumuz içler acısı.
“Hem geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Diğer yıldızlar da O’nun emriyle size ram edilmiştir. Elbette aklını çalıştıran kimseler için bunda alınacak nice dersler var”
Nahl Suresi – 12
Ayetin orijinalinde son kısımda “li kavmin ya’kulune” ifadesi geçmekte. Yani akleden kavim. Günümüzde akleden kavim; uzay çalışmaları ve diğer yıldızlar da yaşam arayışı bakımından Amerika’dır.
Ayette açık bir şekilde bilime teşvik bizatihi geçmektedir. Kaldı ki yayınlanan iki güneşli bir gezegen fotoğrafında biz “Allah iki doğunun da iki batınında Rabbi’dir” ayetinin mücessem bir numunesini bilim vasıtasıyla görmüş olduk. Lakin bunlara rağmen rahatsız olduğumuz bir konu var o da akletme mevzusu.
“Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir.”
Hacc – 46
Ayette vurgulanan kısım akletme ve kalp birlikteliği. Yani akletmenin lokomotifi olması gereken kalbe vurgu var. Bu olması gereken düşünce tarzını Said Nursi kavramlaştırmış ve deha-i nurani demiştir. Nurani bir deha.
Bilimin ardındaki felsefenin kalp eksenli olmayışı insanlık adına önemli bir kayıp. Nursuz bir deha ile insanın en yüksek amacı doğru okunamıyor. 30. Söz’de vurgulanan iki silsileden biri olan felsefe silsilesi, bilimin ardındaki felsefe ile aynı felsefedir ve felsefe silsilesi, insanın en yüksek hedefi “Teşebbüh-ü bil-Vâcib” fikrini ortaya atmıştır. Bu fikir günümüze uyarlanmış ve “turning into Gods- Tanrılara dönüşüyoruz” ile sunulmuştur. Nursuz bir deha insanı transhuman ve posthuman gibi yerlere sürükleme peşinde ve kalpsiz insan projeleri yürütülmekte. Düşüncemiz gereği akletmenin lokomotifi olacak olan kalbi ortadan kaldırma çabası güdülmekte.
Bu noktada iki kavram önümüze çıkmakta. Fıtri teknoloji ve dönüştüren/dezenforme eden teknoloji. Bu ikisinin arasındaki fark sezilememekte ve bu felsefeye yeryüzünde fesat çıkarmayın denilecek olsa; biz ancak ıslah edicileriz cevabını almamız muhtemel. Zira ıslahın kelime manası daha iyi duruma getirme, düzeltme, iyileştirme demektir ve bu düşünce ile insan+, posthuman fikirleri desteklenmektedir. Konunun temeli biraz da burada yatmakta. Fesat ve ıslah kavramlarının karıştırılması ve görünen o ki, bu kavramlar deneyimlenerek öğrenilecek.
1 Comment
Bu yorumlar ilerletilmeli diye düşünüyorum. Güzel tespitler. Bu arada nurani olan deha meselesi daha fazla incelenebilir mi? Aklın nuru ve kalbin ziyası gibi… Yada Kur’an’da ziyanın güneşe ve nurun da aya ait olması. Ve zühre, katre, reşha (24. söz)’de katrenin aya aşık olması ve mektepli feylesof olarak; reşhanın ise güneşe bakan saffetli reşha olarak değerlendirilmesi… Bu arada diğer yazarlarınız da yazılarını bir hayli zamandır bekliyoruz. İnşallah onları okumak da nasip olur.