Risale-i Nur külliyetında birçok temsili hikaye anlatılır. Bu hikayelerin başlarında temsili kelimesi geçtiğinden bazen bu hikayeleri sadece birer “hikaye” olarak değerlendiriyoruz. Fasla değil asla bakma mantığı doğru bir yaklaşım; buna bir itirazımızyok elbette lakin farkedebildiğimiz noktada fasla da bakılması gerektiğini düşünüyorum.
Bu yazıda 8. Söz’ü ele alacağız. 8. Söz’de iki kardeşin hikayesi anlatılmaktadır. İki kardeş bir süre beraber yol alırlar ve yol ayrımına gelirler. Yol ayrımının başında “ciddi bir adama” rastlarlar. Ciddi adam iki yol hakkında da kardeşleri bilgilendirir. Bu bilgilendirmeden sonra iki kardeş ayrı yollara düşerler.Sağ yolu seçen kardeş gitgite bahçeden geçip bir sahraya girdi, sonrasında meşelikerin arkasından çıkan bir arslandan kaçarak 60 arşın uzunluğunda bir kuyuya denk gelmiştir ve kendisini kuyunun içine atmıştır. Tam aşağı düşecekken kuyunun ortasında bir incir ağacına tutundu. Yukarı baktı arslan, aşağıya baktı bir ejderha gördü.Sonra niyaza başladı. Ta tılsımın anahtarı ona ilham oldu. Bağırdı ki:
“Ey bu yerlerin hâkimi! Senin bahtına düştüm. Sana dehalet ediyorum ve sana hizmetkârım ve senin rızanı istiyorum ve seni arıyorum.”
Ve bu niyazdan sonra, birden kuyunun duvarı yarılıp, şahane, nezih ve güzel bir bahçeye bir kapı açıldı. Belki, ejderha ağzı o kapıya inkılâb etti ve arslan ve ejderha iki hizmetkâr suretini giydiler ve onu içeriye davet ediyorlar. Hattâ o arslan, kendisine musahhar bir at şekline girdi.
Temsili hikayede sağ yolu seçen kardeşin başına gelenler bu şekilde anlatılıyor. Detayları için 8. Söz’e bakılabilir. Temsili hikayeden sonra hikayede geçen olaylar ve karakterlerden bazıları tevil ediliyor. Bediüzzaman Said Nursi hikayenin aslının suhuf-u İbrahim’de geçtiğini söylüyor, yani İbrahim(as)’a indirilen sayfalarda. Hikayede ve diğer hikayelerde de yol ayrımında “ciddi bir adam” ile karşılaşıyor iki kardeş. Merak ettiğimiz bu “ciddi adamın” kimi temsil ettiğidir? Aklımıza ilk gelen Peygamber Efendimiz(sav) oluyor tabii ki ama net bir bilgimiz yok bu konu hakkında. Hikayede incir ağacı müddet-i ömür ve madde-i hayattır diye tabir ediliyor. Bunu yorumlaycak olursak; insan ömründeki süre içerisinde hakikate erebilir, bu süreyi doğru kullanırsa. Burada ağacın incir ağacı olması ve hikayedeki kardeşinde deyim yerindeyse incir ağacının altında hakikate ermesi/aydınlanması bize Buda’nın hikayesini hatırlatıyor. Ağaç altında aydınlanma/hakikate erme motifini burda da görüyoruz. Bu hikayenin bize böyle bir hakikate erme yolunu anlatması bize “temsili hikayeye” bir menkıbe, masal gibi yaklaşmamamız gerektiğini gösteriyor. Bu temsili hikaye bir hakikatin temsilidir yoksa yazarın kurgusu değildir. Burada tılsımı açan anahtar ise acziyet. Çünkü yukarıda arslan, aşağıda ise ejderha insana korku salarken ve iki fare ağacın kökünü kemirirken hikayedeki kardeş acziyeti deyim yerindeyse iliklerine kadar hisseder. Hikayede bostana açılan iki kapıdan bahsediliyor. Birincisi; birden kuyu duvarının bahçeye kapı olması, ikincisi ise başında “belki” ibaresi ile ejderha ağzının o kapıya inkılab etmesi. Arslanı ölüm ve ecel, ejderhayı ise ağzı akbir olan tarık-i berzahiye ve revak-ı uhrevidir şeklinde tabir etmiştir Bediüzzaman Said Nursi. Yani ikinci kapı ölüm vesilesiyle açılan bir kapıdır ama “belki” diyerek şerh düşülmüştür. Burada bir hadis-i şerifi hatırlarsak
“Ölmeden önce ölünüz”
Eğer hadis-i şerifteki gibi yapılabilirse kuyunun duvarından geçilebilir ve arslan ve ejderha kendisine musahhar olacaktır, hatta arslan at şekline girecektir. Allah bizlere de nasip eylesin inşallah.
Bu hikayede anlatılan bizim hikayemizdir. İnsana bir terakki yolu anlatılmıştır. Eğer ki acziyeti tam hakikatiyle yaşarnırsa gidilecek yollardan bir tanesi anlatılmıştır 8. Söz’de. Bu noktada şunu düşünmek abes değildir. Bu manevi tecrübeyi Bediüzaman da yaşamıştır ve bizlere de bu yolu aktarmıştır böyle bir yol var diye. Bediüzzaman Said Nursi dışında rastladığım ve arslanı ve ejderha kendisine musahhar kılınmış bir başka zat daha var.
Resimde Hünkar Hacı Bektaş-i Veli ve Seyyid Mahmut Hayrani’nin karşılaşması anlatılmaktadır.
Kureyşan İcazetnamesinden
Rivayetler olunur ki;
“Seyyid Mahmut Hayrani bir arslanın sırtına binmiş elline de yılandan bir kamçı almış Sulucakarahöyük `e[1], Hünkâr Hacı Bektaş `ın yanına varmış… Hacı Bektaş Veli bakmış ki karşısında, altında Arslan, elinde ejderha, Seyit Mahmut Hayrani geliyor. O da duvara binmiş ve yürü demiş duvara. Duvar yürümeye başlamış. Marifet, cansızı yürütmektir, canlıyı değil` deyince, Seyit Mahmut Hayrani, Hünkârı takdir ederek özür dilemiş.”
”Ne erler halk etti cenab-ı bari
Kimi şirre(arslan) bindi gem etti marı(yılan/ejderha)
Velakin yürütmek cansız duvarı
Hace Bektaş Veli hünkâra mahsus”.