İsm-i Zâhir ile işaret edildiği gibi, her ağacın giydiği suret ve şekil, öyle musannâ(sanatla yapılmış) ve münakkaş(nakışlanmış) bir hulledir, bir libastır ki, o ağacın dal ve budak ve âzâ ve eczasıyla tam kàmetine(endamına) göre biçilmiş, kesilmiş, süslendirilmiş. Ve öyle hassas ve mizanlı ve mânidardır ki, o ağacı bir kitap, bir mektup, bir kaside suretine çevirmiştir.3.ŞUA
Önceki yazılarımızda dünyaya gelen insanoğlunu ism-i Evvel ve ism-i Batın üzerinden okumaya çalıştık. Bu yazımızda yine sıralama da değişiklik yaparak ism-i Zâhir perspektifinde incelemeye devam ediyoruz.
Tohum misali toprağa bürünen ”potansiyel insan”ımız iç alemindeki yolculuğuna başlamış ve daha önce keşfetmediği latife ve istidatlarını kullanarak iç alemini inşâ etmeye başlamıştı. Bu inşâ sürecinin dış alemde yansıması nasıl olur ondan bahsedeceğiz.
Çatlayan tohumun mahiyetindeki istidatlar artık inkişaf etmiş ve ağaç oluşmaya başlamıştır. Tohum artık başka bir vücuda kavuşmuş, eski vücuduna hiç benzemeyen ağaca yürümüştür. Geçmişte insandaki beş duyusuna bedel artık beş bin belki beş yüz bin duyu ile alemi hissetmeye/okumaya/müşahede etmeye başlamıştır. Kökleri yardımıyla toprak ve su ile, dalları ve yaprakları ile havayla, ve yandığı zaman ateşle muhatabiyet kazanır.
Tohumun ağaca yürümesi misali, iç alemindeki yolculuğunda mesafe kat etmiş insanoğlu için de artık durum farklıdır. Ağaçlar onun için ”eski ağaçlar” değil, dağlar onun için artık ”eski dağlar” değildir. Müşahede ettiği san’atlı varlıklar artık şekil ve suretlerinden sıyrılmış, onları yaratan Sanatkarın isim ve sıfatlarına birer ayna hükmüne geçmiştir. Kabuğundan sıyrılan tohumun artık özgürce kainatla bütünleşmesi gibi insan da kendi cismaniyeti ve hayvaniyetinden sıyrılmış, kalb ve ruhunun hayat derecesinde alemde özgürlük kazanmış, adeta kendisi tek bir alem olmuştur.
Allah’ın yaratmış olduğu alem ”tek”tir. Bu tek alemi bir eve benzetecek olursak, içinde yaşadığımız dünya hayatının da bulunduğu dünya alemi evin tek bir odası gibidir. İç aleminde çıktığı bu yolculukta insan, evin diğer odalarının anahtarlarını da keşfeder ve Allah’ın izni ile diğer odalara da girip çıkmaya başlar. Ağacın dalları gibi evin diğer odalarına uzanan manevi uzuvlara sahip olur ve diğer odalarda bulunan esmalar ile de muhatap olur. Terk ettiği bir hayata bedel odalar sayısınca hayata kavuşur.
Kimi insanlar vardır, aldığı teknolojik bir aletin/ aracın tüm özelliklerini bilmek ister, tam performansı ile kullanmak ister. Kullanmadığı, bilmediği bir özelliği varsa bu onu rahatsız eder. Kimi insanlar da elinde çok ileri teknoloji bir alet olmasına rağmen sadece bir ya da iki özelliğini kullanır, elindeki aracın neler yapabildiğini merak bile etmez. İsraf ile ilgili şiddetli uyarıların hikmetini bir de bu açıdan düşünmek lazım. Gündelik hayatında sadece yeme-içme ile sınırlı değil, hikmetinden faydalanmayacağı herhangi bir aleti kullanma da bile israf etmemeli insan. İkinci tip olarak bahsettiğimiz israfa müptela olmuş bir insanın kendi istidatlarını merak edip keşfetme arzusu göstermesi ne kadar mümkün? İsraf nimete yapılan en büyük hakarettir ve nimetin noksanlaşmasına sebeptir. İsraf etmeye alıştırılmış/alıştırılan bir insan kendi hayatını da israf etmekten çekinmez.Kendisine en büyük zararı yine kendisi vermiş olur.
Biz kendi hakikatimize ulaşmak zorundayız.Bunun aksi verilen nimeti israf etmek olur ve küçük bir alem olarak yaratılan insanın, hayatını israf etmesi alemin içindeki bütün mahlukların celaline ve nefretine sebep olur.Kainattaki muhteşem nizamda zerre israf yok.Yaratılan her mahluk, israf etmeyecek şekilde bütün istidatları ile yaratıcısını zikrediyor. İnsan ve cinlerde ise bunu kendi iradeleri ile yapmaları murad buyrulmuş. Kişi benliğini aradan çıkarmalı ve kendi cuzi iradesini Allah’ın iradesine teslim etmeli. İradesini araya soktuğu her durum ona verilen nimetleri kötüye kullanmak olur. Benliğini aradan çıkarabilirse insan, kendisinden beklenen zikri alemin bütün odalarına dal budak salan manevi uzuvları ile eşref-i mahlukat unvanına layık bir şekilde eda edebilir.
Bir yaz günü ikindi vakti, Galip Paşa Camii’nin karşı çaprazında bulunan bir binanın üçüncü kat balkonundan caddeyi seyrediyordum. Yaz mevsimi ile birlikte gelen gaflet meltemleriyle sarhoşlukları daha da artan insanların Rab’lerine isyankar hallerinden rahatsızlık duydum. Birden caddenin iki yanı boyunca sıra sıra uzanmış çınar ağaçları dikkatimi çekti. Göğe doğru açılarak büyüyen yapraklı dalları ile sanki yerdeki o manzaraları göklerden saklıyorlarmış gibi gördüm. İçimden;
Ya Settar! Ya Settar!
diye tekrarlarken buldum kendimi. Ağaçlar insanların isyanlarını örtmeye çalışıyor, bir nevi onları korumaya çalışıyorlardı sanki.Daha önce ağaçların Settar ismine mazhar olduklarına dair bir bilgiye rastlamadım. Fakat insanlığın en azılı suçlarının işlendiği yerlerden birinin de ormanlar olması belki bu sırdandır. Zaten Allah dostlarının da savaşı kötülerle değil, kötülükledir.
Bir sonraki yazıda ism-i Ahir ile devam etmeye çalışacağız.
NOT: Gölgelerinde cuma namazlarımı ikame etmeye çalıştığım ağaçları kestiler. Onların yerine demir,beton ve Saruman icadı inşaat kepçesi ile karşılaştım. Beraber geçirdiğimiz zamanlar için huzurlarınızda onlara teşekkür etmek istiyorum ve bu yazıyı onlara ithaf ediyorum.
2 Comments
Ağaçların Settar ismini taşıyabileceğini hiç düşünmemiştim. Ağaçlar günah örten ise gerçek birer dost olduklarına bir kanıt daha göstermiş oluyorsunuz. Bu yazınızla onlara olan sevgimin vede ilgimin bir nebze daha arttığını hissetmiş oldum. Elinize sağlık.
Settar ismi demişken, bugünün doodle’ı da bununla alakalıymış. Settar’ın kulu olan biri:
http://firatdemirel.com/abdul-settar-edhi/
https://www.youtube.com/watch?v=CVNRmsa3Gu8